Zeki Baştımar

Okune sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
Zeki Baştımar

Zeki Baştımar (1905-1974) Sürmene doğumlu yazar ve siyasetçidir.

19 yaşından itibaren üyesi ve militanı, yedi sene sonrasında da merkez komite üyesi olduğu gizli Türkiye Komünist Partisi'nin liderliğini 2. dünya savaşı sonrası üstlenmiş, 25 yıldan fazla bir süre bu görevi sürdürmüştür. Ayrıca 60'lı yıllarda örgütünün legal siyasi kanadı olacak Türkiye İşçi Partisi projesini perde arkasında tasarlayan ve hayata geçiren isimdir.

Hayatı

1905 yılında Sürmene yakınlarındaki Baştımar köyünde doğdu. 6 yaşında önce babasını, ardından annesini kaybetti.

1915 yılı başlarında Trabzon ve çevresine yönelik ağır Rus bombardımanı sonrası yaşanan büyük yıkımın ardından, amcalarıyla birlikte memleketini terk ederek önce Samsun'a, oradan da İstanbul'a göç etti. O yıllarda işportacılık, çıraklık ve tezgahtarlık gibi işlerde çalıştı.

1919 yılında Trabzon'a geri döndü ve bir okulda hademe olarak işe girdi. Ertesi yıl bir kaza mahkemesinde katip olarak çalışmaya başladığında henüz daha 15 yaşındaydı.

1922 sonbaharında, giriş sınavlarını kazandığı Trabzon Muallim Mektebi'ne girdi. O yıllarda Trabzon'da yayınlanan dergi ve gazetelere gönderdiği şiirlerinin dikkat çekmesi, dönemin yerel entelektüel çevreleriyle irtibat kurmasını sağladı. Bu sayede, ilerleyen senelerde ilk kez sosyalist fikirlerle tanışarak 1925 yılında gizli Türkiye Komünist Partisi'ne üye oldu. Ertesi yıl partinin Trabzon teşkilatı tarafından, üniversite eğitimi alması için Batum üzerinden Moskova'ya gönderildi.

Eğitimini tamamladıktan sonra 1929'da İstanbul'a geçen Baştımar, Nazım Hikmet ile birlikte parti içi muhalefete katılarak aktif siyasi faaliyetlerine başladı. 1930'da sahte kimlikle yakalanarak tutuklandı ve sonrasında askere alındı. 1931 yılında askerden döndüğünde parti çalışmalarına kaldığı yerden devam etti. Ertesi yıl gerçekleşen gizli kongrede, partinin Merkez Komite üyeliğine seçildi ve tekrar tutuklandı. 1934 yılında ikinci kez Moskova'ya giderek iki yıl orada kalışının ardından, bu kez örgütlenme çabalarını Ankara'ya taşımak üzere Türkiye'ye geri döndü. Takip eden on yıl boyunca faaliyet yürüteceği Ankara'da, Sadun Aren, Niyazi Ağırnaslı, Bekir Karayel, Ahmed Arif, Enver Gökçe ve Ali Faik Cihan gibi ileride her biri Türkiye sol hareketinde başlı başına birer simge olacak bir çok ismi parti saflarına katacaktı.[1]

Aynı süreçte, çoğu ikinci dünya savaşının başlamasıyla yurtdışından dönen ve Ankara'da, DTCF bünyesinde görev alan Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Mediha Berkes ve Muzaffer Şerif Başoğlu gibi Marksist akademisyenlerle ilk teması da muhtemelen 1940 yılı civarında gerçekleşmiş ve bilahare onları da parti çatısı altında toplamıştı.[2] O yıllarda, özellikle 1942 yılında parti üyesi yaptığı genç akademisyen Behice Boran'ın sorumluluğu altında çıkartılan dergiler oldukça etkiliydi. Bu dergilerin ilki "Yurt ve Dünya" idi. Bu dergide ağırlıklı olarak sosyoloji ve siyaset üzerine makalelerin yanında, Sabahattin Ali'den Rıfat Ilgaz'a kadar geniş bir yelpazeden dönemin parlak edebiyatçılarının öyküleri de yayımlanmaktaydı. Derginin ortak paydası, o günün güncel gündemi olan ırkçılık ve faşizm karşıtlığıydı. Ama aynı zamanda, dönemin TKP lideri olan Şefik Hüsnü çizgisi ile uyumlu Ulusalcı/Sağ anlayışın temsilcilerine de sayfalarında yer veriyordu.[3] 1943 yılında ise ikinci bir dergi; yine Behice Boran yönetiminde ama bu kez büyük ölçüde hümanizmi öne çıkaran Marksist-Leninist bir çizgi sergileyecek ve Zeki Baştımar'a yakın isimlerin yazılarına daha fazla yer verecek olan "Adımlar" dergisi çıkarılmıştı. Bu derginin ilk sayısı ile birlikte, TKP'nin İstanbul merkezli Ulusalcı/Sağ eğilimli MK üyeleriyle, Ankara'daki Zeki Baştımar arasında ideolojik çatlak iyice derinleşmişti. İstanbul'dan Ankara'ya, orada neler olup bittiğini birinci elden öğrenmek için gönderilen Mihri Belli'ye, Muzaffer Şerif Başoğlu tarafından "Biz tastamam Zeki Baştımar'ın denetiminde bir dergi çıkartacağız" şeklinde bir açıklama yapılmıştı.[4]

İstanbul ile Ankara arasındaki parti içi çekişmeler, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesini takiben kısmen sönümlendi. TKP İstanbul yönetiminin dağılmasıyla, Zeki Baştımar partinin en önde gelen ismi oldu ve İstanbul'a geçerek 1947 yılından itibaren genel sekreterlik görevini vekaleten üzerine aldı. Politik yaşamının bu tarihten sonraki yıllarında; parti içi entrikalarla, ayak oyunlarıyla, şahsi çekişmelerle ve özellikle İstanbul'daki eski kadronun kendisini dışlama çabaları ile daha fazla mücadele etmek zorunda kalacaktı.

Menderes dönemiyle birlikte artan siyasi baskılar, 1951 yılında, Mihri Belli çevresinin hataları ile toplu tutuklamalara yol açınca, o da yakalandı ve yargılandı. Sorgulama sürecinde aynı çevrelerin 50 sayfalık bir mektupla "sehven" sızdırdığı bilgilerle, polis, örgütün yeni bir numaralı isminin kendisi olduğu ilk kez öğrendi ve bir anda soruşturmanın kilit ismi haline geldi. O andan itibaren aylarca süren ağır işkencelere maruz kaldı. İki sene boyunce 2 metrekarelik bir tabutlukta tutuldu. Bu süreçte kendince belirlediği bir taktikle, ifşa olmuş ve tutuklanmış bütün isimlerle örgütsel ilişkisini kabul etti. Fakat özellikle örgüt bağlarının yeterince açığa çıkarılamadığını farkettiği, Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar gibi çoğu akademisyen olan önemli parti üyeleriyle ilişkisini reddetti, onları ele vermedi. Diğer bazı tutuklu yoldaşları tarafından bu tavrı nedeniyle itirafçılıkla suçlandı. Oysa aslında partinin dışarıda olan, henüz deşifre olmamış kadrolarının güvenliğinı korumaya odaklandığı, seneler sonra bazı bilgi ve belgeler bir araya getirildiğinde anlaşılacaktı. Ona itirafçı suçlamasını yönelten isimler ise, aynı süreçte devlete ve cumhuriyete övgüler dizerek beraat etmeye çalıştılar. Duruşmalara geçildiğinde ise, en ağır cezayı kendisinin alacağı artık kesinleşmiş gibiydi. Bütün suçlamaları üzerine alarak siyasi nitelikli bir savunma yaptı. Savunmasını, kendi Marksist-Leninist mücadelesinin insanlık adına zaruri ve meşru olduğu, kendisini yargılayan mahkemenin ise meşru olmadığı tezi üzerine kurdu. Bu savunması, daha sonra broşür olarak yayınlanacak ve sonraki yılların siyasi örgüt davalarında da benzeri tavırlara esin kaynağı olacaktı. Dava sonucu açıklanan kararlar beklendiği gibi çıktı. Partinin İstanbul merkezli Ulusalcı/Sağ kanadının tedbirsizliğinden kaynaklanan ve tarihi bir yıkıma yok açan o süreçte, hüküm giydiği 10 yıl ağır hapisle, gizli Komünist Parti davasında en büyük cezayı alan isim oldu.[5]

1959 yılında tahliye oluşunu izleyen süreçte parti önderliğini bu kez fiilen üstlendi. Her ikisi de Selanikli olan Şefik Hüsnü ve Baraner ikilisinin öncülük ettiği Ulusalcı/Sağ kanadı partiden tamamen tasfiye etti. O dönemde kendisine yakın olan ve TKP üyelikleri henüz açığa çıkmamış akademisyenlerden Behice Boran ve Mehmet Ali Aybar'ı, örgütün legal kanadı olacak bir siyasi partinin kuruluşu için yönlendirdi. Böylelikle yeni anayasanın da uygun koşullar oluşturmasıyla 1961 yılında bir grup sendikacı kurucu üye gösterilerek Türkiye İşçi Partisi kuruldu. Ertesi yıl ülkenin bütün ilerici aydınları bu legal partinin saflarına davet edilerek kitleselleşme çalışmaları başlatıldı. Mehmet Ali Aybar resmen partinin başına geçirildi. Zeki Baştımar'ın kuzeni ile evli olan bir diğer TKP üyesi Nihat Sargın ise aynı partinin örgütlenme bürosu sekreterliğine getirildi. [6][7][8]

Kendisinin ise örgütsel konumu açığa çıktığı için Türkiye'de artık faaliyet yürütme imkanı kalmamış, bu yüzden Bulgaristan üzerinden Doğu Almanya'ya geçmişti. Ülke içinde kendisine yakın isimlere emanet ettiği TİP girişimi yeni bir legal siyaset deneyine soyunurken, o da dışarıda örgütün yurtdışı yapılanmasını "Dış Büro" adıyla yeni baştan organize etti. O tarihten sonra kendisini "Dış Büro 1. Sekreteri" olarak tanımladı ve sadece o unvanı kullandı. Stalin döneminde TKP'den dışlanmış olan yakın arkadaşı Nazım Hikmet'i tekrar TKP Merkez Komitesi'e aldı. Türkiye'deki eski kadroları büyük ölçüde TİP bünyesinde legal siyasete yönlendirerek illegal örgütlenmeyi olabildiğince kapalı, dar bir yapıyla sınırladı.

Türkiye'de hızla tırmanışa geçen işçi ve öğrenci hareketlerinin, planlı ve yurtdışı bağlantılı olduğu öne süren dönemin içişleri bakanı, 13 Mart 1969 tarihli meclis oturumunda yaptığı konuşmada; ülke dışındaki gösterilerle atılan Amerikan aleyhtarı sloganların, "...hain komünist Zeki Baştımar tarafından verilen dış talimatlara uygun olarak..." ülke içinde de kelimesi kelimesine aynı şekilde kullanıldığını iddia ediyordu.

Gerçekten de Zeki Baştımar'ın -yaygınlaştırılmış bir yanılgının aksine- yönetiminin son yıllarında bile Türkiye'deki gelişmelerden kopuk olmadığı, aksine, kendisine yakın isimler vasıtasıyla birçok süreçte hala perde arkasındaki yönlendirici odak olduğu, seneler sonra paylaşılan bazı kişisel anılar ve tanıklıklarla açığa çıkacaktı. Örneğin, TİP'in 29 Ekim 1970'de Ankara'da toplanan 4. kongresinde, partinin Behice Boran'ın kontrolünden çıkma riski ortaya çıktığında, Türkiye ile irtibatını sağlayan özel kuryesi Aybars Bentürk ve ATTF vasıtasıyla duruma müdahil olmuş ve işleri rayına sokturmuştu. O sürecin tanığı olan Aydın Meriç, seneler sonra o kritik müdahaleyi anılarında şu şekilde aktaracaktı:

"...Ankara'daki kongreden birkaç gün önce, Aybars Bentürk, ben ve Metin Öztürkoğlu İstanbul'da çiçek pasajında buluştuk. Aybars, bize 'yukarıdan', Zeki Baştımar'dan gelen direktifi iletti: 'TİP yönetimini elinizdeki tüm olanaklarla destekleyin, koruyun!'. Bunun üzerine, Kongre için özel bir hazırlığa giriştik. İstanbul'dan, hepsi işçi, çoğu metal işçisi iki otobüs dolusu güvenlik ekibini ben örgütledim. Yurtdışından, Avrupa Türkiyeli Toplumcular Federasyonu (ATTF) adına kongreye katılan TKP'li Metin Gür kongre divanında yer aldı. Kongre güvenliğinin resmi sorumluluğunu da ben üstlendim..." [9]

Partisinin fiili liderliğini, beyin felciyle başlayan sağlık sorunlarının[10] 1973 yılında iyice ağırlaşmasına dek Doğu Avrupa'dan yürüttü. Ölümünden kısa bir süre önce, biri uzun süredir yerini almak için faaliyet yürüten İ.Bilen isimli parti yöneticisi olmak üzere, Dış Büro komitesinin iki üyesinin imzasıyla görevinden alındı. Darbe olarak tanımladığı bu kararı tanımadığını, gerekçeleriyle birlikte uzun ve detaylı bir reddiye ile kayda geçirdi.

Kısa süre sonra gerçekleşen vefatının uzun süre örgütten gizlendiğine dair iddialar nedeniyle, kimi çevrelerce şüpheli görülen ölüm tarihi, resmi kayıtlara 18 Kasım 1974 olarak geçti.

Taşı Yakup Demir kod adına yazılmış olan mezarı, Almanya'da Leipzig şehrinde, Faşizm Kurbanları Anıt Mezarlığı içindedir.[11]

Eserleri

İngilizce, Fransızca ve Rusça bilen Baştımar, çeşitli dergilerde yayınlanmış politik makalelerinin dışında, önemli Rus klasiklerinden Çehov'un "Sayfiyede", "Maske" ve "Düello", Puşkin'in "Erzurum Yolculuğu" ile Tolstoy'un "Hacı Murat" eserlerini Türkçeye çevirmiştir. Ayrıca yine Tolstoy'un "Savaş ve Barış" isimli ünlü başyapıtını Nazım Hikmet'le birlikte Türkçeye kazandıran isimdir.

  • İnceleme:
  • Çehov: Hayatı ve Sanat Hikâyesi (1960)
  • Lev Tolstoy: Hayatı, Eserleri, Fikirleri (1960)
  • Çeviri:
  • Çehov: Maske (1944)

Kaynakça

  1. Sevgi Gürsel (2000) "Gelenekten Geleceğe Bekir Karayel"
  2. Cavlı Çulfaz (2020) "Muzaffer Şerif Başoğlu 114 yaşında"
  3. Meltem Ağduk Gevrek (1998) "Yurt ve Dünya/ 1941-1944: 1940’ların “solunun” Ankara çevresi" s.255-270
  4. Gökhan Atılgan (2007) "Behice Boran: Öğretim Üyesi, Siyasetçi, Kuramcı" s.59-63
  5. Zeki Baştımar (1966) "Dava ve Müdafaa" s.5-12
  6. Yıldırım Koç (2008) "TİP’in Tarihini Yeniden Yazmak Gerekli"
  7. Yıldırım Koç (2014) "Mehmet Ali Aybar’ın TKP’deki görevi"
  8. Naciye Babalık (2005) "Türkiye Komünist Partisi’nin Sönümlenmesi" s.81-116
  9. Haluk Yurtsever (2008) "Yükseliş ve Düşüş: Türkiye Solu 1960-1980" s.65
  10. Cavlı Çulfaz (2020) "TKP'nin Yüzüncü Yıldönümü"
  11. Erden Akbulut (2009) "Zeki Baştımar: Yaşam Öyküsü Mektuplar Yazılar" s.9-52