Zeki Baştımar

Okune sitesinden
Okune (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 10.21, 10 Ocak 2021 tarihli sürüm
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
Zeki Baştımar

Zeki Baştımar (1905 - 1974) Sürmene doğumlu yazar ve siyasetçidir.

19 yaşından itibaren üyesi ve militanı, yedi sene sonrasında da merkez komite üyesi olduğu gizli Türkiye Komünist Partisi'nin liderliğini 2. dünya savaşı sonrası üstlenmiş, 20 yıldan fazla bir süre bu görevi sürdürmüştür. Ayrıca aynı dönemde, örgütün legal siyasi kanadı olacak Türkiye İşçi Partisi projesini perde arkasında tasarlayan ve hayata geçiren isimdir.

Hayatı

1905 yılında Sürmene yakınlarındaki Baştımar köyünde doğdu. 6 yaşında önce babasını, ardından annesini kaybetti.

1915 yılı başlarında Trabzon ve çevresine yönelik ağır Rus bombardımanı sonrası yaşanan büyük yıkımın ardından, amcalarıyla birlikte memleketini terk ederek önce Samsun'a, oradan da İstanbul'a göç etti. O yıllarda işportacılık, çıraklık ve tezgahtarlık gibi işlerde çalıştı.

1919 yılında Trabzon'a geri döndü ve bir okulda hademe olarak işe girdi. Ertesi yıl bir kaza mahkemesinde katip olarak çalışmaya başladığında henüz daha 15 yaşındaydı.

1922 sonbaharında, giriş sınavlarını kazandığı Trabzon Muallim Mektebi'ne girdi. O yıllarda Trabzon'da yayınlanan dergi ve gazetelere gönderdiği şiirlerinin dikkat çekmesi, dönemin yerel entelektüel çevreleriyle irtibat kurmasını sağladı. Bu sayede, ilerleyen senelerde ilk kez sosyalist fikirlerle tanışarak 1925 yılında gizli Türkiye Komünist Partisi'ne üye oldu. Ertesi yıl partinin Trabzon teşkilatı tarafından, üniversite eğitimi alması için Batum üzerinden Moskova'ya gönderildi.

Eğitimini tamamladıktan sonra 1929'da İstanbul'a geçen Baştımar, Nazım Hikmet ile birlikte parti içi muhalefete katılarak aktif siyasi faaliyetlerine başladı. 1930'da sahte kimlikle yakalanarak tutuklandı ve sonrasında askere alındı. 1931 yılında askerden döndüğünde parti çalışmalarına kaldığı yerden devam etti. Ertesi yıl gerçekleşen gizli kongrede, partinin Merkez Komite üyeliğine seçildi ve tekrar tutuklandı. 1934 yılında ikinci kez Moskova'ya giderek iki yıl orada kalışının ardından, bu kez örgütlenme çabalarını Ankara'ya taşımak üzere Türkiye'ye geri döndü. Politik yaşamının özellikle bu dönemi; parti içi entrikalara, ayak oyunlarına, çekişmelere ve özellikle İstanbul'daki eski kadronun kendisini dışlama çabalarına karşı yürüttüğü kişisel mücadeleleriyle, daha da fırtınalı bir sürece girdi. Tüm bunlara rağmen, ikinci dünya savaşının sona ermesini takiben partinin en önde gelen ismi oldu ve genel sekreterlik görevini vekaleten üzerine aldı.

Bu arada Menderes dönemiyle birlikte artan siyasi baskıların 1951 yılında, Mihri Belli çevresinin hataları ile toplu tutuklamalarla sonuçlanmasıyla o da yakalandı ve yargılandı. Sorgulama sürecinde aynı çevrelerin 50 sayfalık bir mektupla 'sevhen' sızdırdığı bilgilerle, örgütün fiili beyni olduğu açığa çıktı ve soruşturmanın kilit ismi haline geldi. O andan itibaren aylarca süren ağır işkencelere maruz kaldı. Hem hayatta kalabilmek ve hem de partinin dışarıda kalan kısmınının güvenliği korumak için, en uygun taktiği uyguladı. Kendisini öne sürdüklerini ve davayı üzerinde yıkmaya çalıştıklarını farkettiği isimlerin hepsi ile örgütsel ilişkilerini kabul etti. Buna karşın, doğrudan kendisine bağlı hücreleri oluşturan ve örgüt bağları veya kimlikleri tespit edilememiş çok önemli parti üyelerinin hiçbirini el vermedi.

Yargılama süreci başladığında, en ağır cezayı kendisinin alacağını biliyordu. Daha önceki tutukluluk dönemlerinden farklı olarak ilk kez bütün suçlamaları üzerine alarak siyasi nitelikli bir savunma yaptı. Savunmasını, kendi Marksist-Leninist mücadelesinin insanlık adına meşru olduğu, kendisini yargılayan mahkemenin ise meşru olmadığı tezi üzerine kurdu. Bu savunması daha sonra kitapçık olarak yayınlanacak ve sonraki yılların siyasi örgüt davalarında da benzeri çıkışlara esin kaynağı olacaktı. Dava sonuçlandığında, beklendiği gibi oldu. Partinin Ulusalcı/Sağ kanadının gevşekliğinden kaynaklanan ve parti için tarihi bir yıkıma yok açan bu süreçte hüküm giydiği 10 yıl ağır hapisle, gizli Komünist Parti davasında en büyük cezayı alan isim oldu. [1]

1959 yılında tahliye oluşunu izleyen süreçte, örgütü hızla toparlayarak parti önderliğini bu kez fiilen ve tamamen eline aldı. Şefik Hüsnü/Baraner çizgisini temsil eden Ulusalcı/Sağ kanadı partiden tamamen tasfiye etti. O dönemde kendisine yakın olan ve mehkeme sürecinde kendilerini elevermediği için TKP üyelikleri henüz açığa çıkmamış akademisyenlerden Behice Boran, Mehmet Ali Aybar ve Sadun Aren'i, örgütün legal kanadı olacak bir siyasi partinin kuruluşu için yönlendirdi. Böylelikle yeni anayasanın da uygun koşullar oluşturmasıyla 1961 yılında bir grup sendikacı kurucu üye gösterilerek Türkiye İşçi Partisi kuruldu ve bir süre zemin yoklandı. Ertesi yıl ülkenin bütün ilerici aydınları legal partinin saflarına davet edilerek, kitleselleşme çalışmaları başlatıldı ve Mehmet Ali Aybar resmen partinin başına geçirildi. [2][3][4]

Kendisinin ise örgütsel konumu tamamen açığa çıkmış ve mimlenmiş olduğu için Türkiye'de artık faaliyet yürütme imkanı kalmamıştı. Hiç zaman yitirmeden ülkeyi terk etmiş, Bulgaristan üzerinden Doğu Almanya'ya geçmişti. Ülke içinde kendisine yakın isimlere emanet ettiği TİP girişimi yeni bir legal siyaset deneyine soyunurken, o da dışarıda örgütün yurtdışı yapılanmasını "Dış Büro" adıyla yeni baştan organize etti. O tarihten sonra kendisini "Dış Büro 1. Sekreteri" olarak tanımladı ve sadece o unvanı kullandı. Türkiye'deki kadroları ise büyük ölçüde TİP bünyesinde legal siyasete yönlendirdi. Türkiye içindeki illegal örgütlenmeyi ise olabildiğince kapalı ve dar bir yapıyla sınırladı. Böylelikle, 17 yıl önce kendisinin de Türkiye'yi temsilen katıldığı son Komintern kongresinde Türkiye için tavsiye edilen stratejik planı, gecikmeli de olsa hayata geçirmiş oldu.

Partisinin fiili liderliğini, beyin felciyle başlayan sağlık sorunlarının 1973 yılında iyice ağırlaşmasına dek Doğu Avrupa'dan yürüttü. Ölümünden kısa bir süre önce, biri uzun süredir yerini almak için faaliyet yürüten İ.Bilen isimli parti yöneticisi olmak üzere, Dış Büro komitesinin iki üyesinin imzasıyla görevinden alındı. Darbe olarak tanımladığı bu kararı tanımadığını, gerekçeleriyle birlikte uzun ve detaylı bir reddiye ile kayda geçirdi.

Kısa süre sonra gerçekleşen vefatının uzun süre örgütten gizlendiğine dair iddialar nedeniyle, kimi çevrelerce şüpheli görülen ölüm tarihi, resmi kayıtlara 18 Kasım 1974 olarak geçti. Mezarı, Almanya'da Leipzig şehrindedir.[5]

Eserleri

İngilizce, Fransızca ve Rusça bilen Baştımar, çeşitli dergilerde yayınlanmış politik makalelerinin dışında, önemli Rus klasiklerinden Çehov'un "Sayfiyede", "Maske" ve "Düello", Puşkin'in "Erzurum Yolculuğu" ile Tolstoy'un "Hacı Murat" eserlerini Türkçeye çevirmiştir. Ayrıca yine Tolstoy'un "Savaş ve Barış" isimli ünlü başyapıtını Nazım Hikmet'le birlikte Türkçeye kazandıran isimdir.

Kaynakça

  1. Zeki Baştımar (1966) "Dava ve Müdafaa" s.5-12
  2. Yıldırım Koç (2008) "TİP’in Tarihini Yeniden Yazmak Gerekli"
  3. Yıldırım Koç (2014) "Mehmet Ali Aybar’ın TKP’deki görevi"
  4. Naciye Babalık (2005) "Türkiye Komünist Partisi’nin Sönümlenmesi" s.81-116
  5. Erden Akbulut (2009) "Zeki Baştımar: Yaşam Öyküsü Mektuplar Yazılar" s.9-52