Salih Hacıoğlu
Salih Hacıoğlu (1880-1954) Tonya doğumlu siyasetçidir.
Kendi döneminin kaynaklarında genellikle "Baytar Salih" olarak bahsi geçer. Mustafa Suphi'nin öldürülmesinin ardından gerçekleşen gizli Türkiye Komünist Partisi 2. kongresinde parti liderliğini üstlenmiş ve bu görevi 2,5 yıldan fazla bir süre yürütmüştür. Sonrasındaki ömrü hapis ve sürgünlerle geçmiştir.
Hayatı
1880 yılında Trabzon yakınlarında, Tonya kasabasında doğdu.
1899'da İstanbul Askeri Baytar Mektebi'ne girdi. Kendisini yakından tanıyan Nazım Hikmet'e göre, onun sosyalist fikirlere eğilimi bu okuldaki ilk öğrencilik yıllarına dayanıyordu. 1903 yılında birincikle mezun oldu.
Mezuniyetini takiben çeşitli süvari birliklerinde veteriner subay olarak görev yaptıktan sonra, 1910'da mezun olduğu okula öğretmen olarak atandı. İki yıl sürdürdüğü bu görevinin ardından, binbaşı rütbesiyle Ankara’daki bir süvari kolordusuna Hayvan Hastanesi Müdürlüğü görevine tayin edildi. [1]
Orada, Lenin yönetimi tarafından propaganda görevlisi olarak 1919'da Ankara'ya gönderilen Tatar asıllı Şerif Manatov’la tanışması, Ekim devriminin gelişimi ve Lenin'in güncel enternasyonalizm fikirlerinden haberdar olmasını sağladı. Karadeniz ve Anadolu çevresindeki küçük devrimci grupları bir araya getirmek için hızla öncü bir role soyundu. 1920 yılında Ankara’da arkadaşlarıyla bildiriler yayımlamaya ve sık sık eğitim konferansları düzenlemeye başladılar. Bu faaliyetler çok kısa sürede Eskişehir'de ve Ankara'daki İmalat-ı Harbiye işçileri arasında kitlesel örgütlenmelerle sonuçlandı. Diğer yandan Kızıl Ordu'dan esinlenerek kurulan Yeşil Ordu hareketi içinde de yönlendirici unsur olarak aktiftiler. Nihayet Temmuz 1920'de Türkiye Komünist Partisi'nin yerel kuruluşu dağıtılan bir bildiri ile ilan edildi. Aynı süreçte Bakü'den Ankara'ya gönderilen Sovyet temsilcisinin, partileşme sürecine ne şekilde destek sağlanabileceğine dair Ankara'da görüştüğü kişi Salih Hacıoğlu idi. [2]
O aşamaya dek gelişmeleri temkinli olarak izleyen Ankara hükümeti ise artık o andan itibaren harekete geçerek, bir yandan Yeşil Ordu'yu tasviye etmeye girişmiş, diğer yandan da Salih Hacıoğlu ve arkadaşlarını tutuklayarak hapse atmıştı. Ancak Sovyetler'den askeri yardım beklentisi nedeniyle, tutuklananların hepsi altı ay sonra serbest bırakıldı. Aynı sırada hükümet kendi alternatif TKP'sini kurarak, Moskova'ya komünist düşmanı olmadığını ispatlamaya çalışıyordu. Bunun üzerine karşı hamle olarak legal bir Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası'nın kurulmasına karar verildi ve 16 Ocak 1921'de “Emek” adlı bir gazete yayımlanmaya başladı. Hükümetin cevabı ise önce partinin kuruluş kongresi engellemek ve kendisini tekrar tutuklamak oldu. Birkaç hafta sonra da kurulan gazete kapatıldı. Yargılama sürecinde, Nazım bey ile birlikte hareketin iki elebaşından biri olarak gösterilen Hacıoğlu, TBMM hükümetini devirme teşebbüsü suçlamasıyla 15 yıl zorunlu çalışma cezasına çarptırıldı. Ancak bir süre sonra tekrar bir af çıkarılarak serbest bırakıldı.
Aynı sıralarda, Ankara'ya gelmek üzere yola çıkmış olan Mustafa Suphi önderliğindeki Bakü merkezli dış kadroların tuzağa düşürülerek Trabzon'a yönlendirilmeleri ve orada katledilmeleri, ayrıca Tatar kökenli destekçilerin sınır dışı edilmeleri, Hacıoğlu ve arkadaşlarını büyük ölçüde yalnızlaştırmıştı. Buna rağmen hızlı bir toparlanma sürecini ardından 15 Ağustos 1922 yılında, kendisi yasallaşan ama kongresi yasaklanan THIF kuruluş kongresi Ankara'da gizli olarak gerçekleştirildi. Bu kongrenin, aynı zamanda ilki Bakü'de toplanmış olan gizli TKP'nin ikinci kongresi de olması planlanmıştı. Kongre sonucunda iki elebaşından, aynı zamanda TBMM mebusu da olan Nazım bey, sembolik bir görev olan "Parti Başkanlığı" görevine seçildi. Gizli Komünist Partisinin asıl fiili liderlik makamı olan "Genel Sekreterlik" görevini ise Salih Hacıoğlu üstlendi. O tarihte partinin Anadolu genelinde kayıtlı üyesi 500 civarına ulaşmıştı.
Parti kongresinin ardından, 5 Kasım 1922'de Rusya'nın Petrograd şehrinde toplanan ve bir kısım oturumları 5 Aralık'a kadar Moskova'da devam eden 4. Komintern Kongresi'ne Türkiye temsilcisi olarak katıldı. Oğlunun daha sonra vereceği bir beyanata göre, kongre sürecinde Lenin'le de tanışmış ve şahsen görüşmüştü. (Onun bu irtibatı, daha sonra, ömrünün sonuna dek partiden dışlanmasına neden olacak detaylardan biri olacaktı.) Kongrenin kapanışının hemen ardından 7 Aralık 1922′de Moskova’da yayımlanan “Kızıl Şark” adlı dergide, Salih Hacıoğlu tarafından kaleme alınan "Burjuva Beyefendileri!..." başlıklı, TBMM hükümetini protesto eden bir yazı yayımlandı. Türkiye'ye dönüşünde, muhtemelen bu yazısı nedeniyle tekrar tutuklandı. [3]
9 Ağustos 1923′de sonuçlanan davada Salih Hacıoğlu ve önde gelen parti kadroları ağır cezalara çarptırıldı. Partinin legal yapılanması olan THİF de kapatıldı. Ancak kendisinin hem şahsi hem siyasi geleceğini temelden etkileyecek asıl önemli gelişme, Rusya'da Vladimir Lenin'in 28 Ocak 1924 tarihinde ölümü olacaktı. İleride Sovyet devrimi için sonun başlangıcı olduğu anlaşılacak olan bu ölüm sonrasında gelişen vesaret savaşında, Marksizmin "Proletarya Diktatörlüğü" kavramını "Proletarya Adına Diktatörlük" olarak yorumlayan Yosif Cuğaşvili (Stalin) Moskova'da dizginleri eline almıştı. Oradadaki bu ideolojik rota değişikliğinin Türkiye'ye yansıması da çok fazla sürmeyecekti.
Önce İstanbul'da kendi kurduğu partiyle Türkiye Komünist Partisi'ne iltihak eden, ardından İstanbul'da 31 Aralık 1924 tarihinde toplanan gizli ortak kongrede parti liderliğini ele geçiren Selanikli Şefik Hüsnü; Trabzonlu Salih Hacıoğlu başta olmak üzere, Nazım Hikmet de dahil "Lenin iltisaklı" olarak mimlenmiş isimleri tasviyeye girişecekti. Genel sekreterlikten azledilen Hacıoğlu'nun MK üyeliği ise muhtemelen taktik gereği göstermelik olarak devam ettirilmişti. Fakat bir sene kadar sonra MK üyeliğine de son verilecekti. Partiden bu şekilde dışlanmış olmasına rağmen, çok ilginçtir ki 1927 yılında tekrar tutuklanacaktı. 4 aylık hapis sürecinden sonra yeniden serbest kalınca, artık Türkiye'de tuhaf şeyler döndüğünü ve güvende olmadığını fark etmiş olacak ki 1928 yılında Nazım Hikmet'in de yardımıyla ailesiyle birlikte kaçabileceği tek yer olduğunu düşündüğü Rusya'ya gitti. (Onun trajik sonunu da belirleyecek olan bu kararı; Moskova'daki siyasi dönüşüm ve çekişmelerin Türkiye'ye ve hatta kendi siyasi kariyerine yönelik etkisini o günün iletişim koşullarında yeterince iyi kavrayamadığını düşündürür.)
Moskova’da yerleştiği ilk yıllarda aktif siyasetten uzaklaşarak bir süreliğine veterinerlik mesleğine dönmeyi tercih etti. Buna rağmen Türkiye'de gıyabında parti üyeliğinden de çıkartıldığını öğrenince, Komintern'e başvurarak bu karara itiraz etmekten de geri durmadı. İnatla sürdürdüğü itirazları ve hukuki takibatı 1939 yılında sonuçlandı ve parti üyeliği kendisine iade edildi. Bu arada Türkiyeli komünistlerin eğitim gördüğü KUTV üniversitesinde alt seviyede bir bölüm yöneticiliği yapmasında da bir mahsur görülmedi. Ancak Stalin-Beria yönetimi nezdinde hala gözetim altında sakıncalı biriydi.
1949 yılında eşinin kardeşinin ölümü üzerine Moskova'daki Türkiye büyükelçiliğine vize almak için başvurunca, casusluk suçlamasıyla tutuklandı. 15 yıl ceza aldı. Ailesiyle birlikte Altaylar bölgesinde bir çalışma kampına sürgüne gönderildi. Bu esir kampında vücudunun sağ tarafından felç geçirdi ve 1954 yılında orada öldü. Onun ölümünden sonra, Moskova'ya dönmesine ancak iki yıl sonra 1956'da izin verilen eşi Sabiha Sümbül, kendilerine yapılan haksızlığın düzeltilmesi için Nazım Hikmet'ten yardım istedi. Onun şahsi çabalarıyla Salih Hacıoğlu'nun kendisine yönelik suçlamalarda aklanması ve ailesine 80 ruble maaş bağlanması sağlandı.[4]
Yaşadıklarından ardından uzun süre bu işin peşini bırakmayan ve bir dedektif gibi başlarında gelenlern sorumlularını araştıran eşi Sabiha Sümbül, seneler sonra 31 Mayıs 1965 tarihli gizli TKP Moskova parti örgütünün toplantısında yaptığı konuşmasında, önde gelen suçlu olarak, parti yöneticilerinden İ.Bilen'in ismini verdi.[5] İlginçtir ki aynı kişi, partinin seneler sonraki bir diğer Trabzonlu genel sekreteri olan Zeki Baştımar'ı da sinsi komplolarla devre dışı bırakmaya çalışmış olan isim olacaktı. Daha da ilginç olan ise Zeki Baştırmar'ın da 20 sene sonra tıpkı Salih Hacıoğlu gibi felç geçirerek ölecek olmasıydı.
Sabiha hanım kendisine ulaşan kadar, Salih Hacıoğlu'nun başına gelenlerden ve akıbetinden hiç haberi olmadığını iddia eden Nazım Hikmet ise, hem kendi suçluluk duygusunu hem de Stalin-Beria dönemine yönelik öfkesini ironiyle yansıttığı ‘Hacı oğlu Salih’ şiirini, onun aklanma kararının çıktığı gün yazmıştı:
”Hacı oğlu Salih memleketimdendi, | Karadeniz’den, | Kocaman gözlü, kocaman burunluydu, | dazlaktı. Komünistti on dokuzdan. | Dövüştü, | hapse düştü, | yattı Ankara’da, Kırşehir’de. Sonra geçti bu yana, | yani ikinci vatana. | Baytardı, Kirofabat köylerinde hasta keçilere baktı. Yıllar, eğrilen bir yün ipliği gibi aktı | namuslu, çalışkan parmaklarından. Sonra, 49’da, Moskova’da, Martın onuncu gecesi, | oturmuş, Engels’i okuyordu, | geldiler, götürdüler, | sürdüler Altay Bucağına. Ne bir dağ devrildi içinde, | hatta ne bir toprak parçası kaydı. Yalnız, inme indi sağına, | altmış yedi yaşındaydı. Altı yıl, Hacı oğlu Salih | kutladı inkılabın yıldönümünü | tel örgüler ve kurt köpekleriyle çevrili. Ve öldü bir bahar günü | elli kişilik barakasında. Bu akşam Moskova’da bayram eyledik, | kutladık inkılabın yıldönümünü: Dolaştı türkü söyleyerek meydanları Marks | Engels | Lenin | ve temize çıkma kâadı Salihin..”
Kaynakça
- ↑ Özgür Kalyoncu (2009) "Salih Hacıoğlu" Kalandar Dergisi, Sayı:5
- ↑ Paul Dumont (1978) "Cahiers du Monde Russe et Soviétique" c.19, Sayı: 1-2, s.143-174
- ↑ Veli Umut Arslan (2012) "100. yıl anısına bu tarih bizim: Mustafa Suphi TKPsi Sürekli Devrimcidir"
- ↑ Vartan İhmalyan (1989) "Bir Yaşam Öyküsü" s.245-252
- ↑ Mehmet İnanç Turan (2018) "Mustafa Suphi’nin Partisi’nde Sosyalizm ve Enternasyonalizm"