Sabahattin Eyüboğlu
Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973) Akçaabat doğumlu halkbilimci, yazar ve akademisyen.
İsmi
Soyadı asırlardır Maçka çevresinde yerleşik olan ve kendisinin de mensubu olduğu Eyüboğlu sülalesinden gelir.
Hayatı
1906 yılında Akçaabat'ta doğdu.
Trabzon Lisesi’nden mezun olmasını takiben üniversiteye öğretim üyesi yetiştirmek için açılan sınavı kazanarak 1928'de Fransa’ya gönderildi. İki yıl Dijon, bir yıl Lyon Üniversitesi’ne devam ettikten sonra bir yıl da Paris’te kalıp Sorbonne’da dersleri izledi. 1932'de İngiltere’ye geçti ve orada İngiliz dili ve edebiyatı üzerine incelemeler yaptı. Ertesi yıl Türkiye'ye döndü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doçent oldu. Fransızca ve İngilizceden önemli eserleri Türkçeye çevirmeye başladı. 1937'de ilk kitabını yayımladı.
1939'da Ankara'ya davet edildi. Hasan Ali Yücel, planladığı eğitim ve kültür reformları için oluşturduğu beyin takımı kadrosuna kendisini de almıştı. Orada Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine ve Tercüme Bürosu başkan yardımcılığına atandı. Dünya klasiklerinin Türkçeye kazandırılması seferberliğine büyük emek verdi. O sırada aynı büroya Rusça çevirmeni olarak dahil olan Zeki Baştımar, Tolstoy'un Savaş ve Barış adlı eserinin tercüme edilmesi görevine, o sırada hapishanede olan yakın arkadaşı Nazım Hikmet'i de ortak etmek istediğinde, gayrıresmi olmak şartıyla bunu onayladı. Aynı yıl Ankara'daki önemli edebiyatçıları bir araya getirdi ve Tercüme dergisini çıkardı.
1942'da yine Hasan Ali Yücel'in talebiyle Köy Enstitüleri projesine omuz verdi. Kardeşi mimar Mualla Eyüboğlu ile birlikte Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nün kuruluşunu ve organizasyonunu üstlendi. Sonraki dört boyunca birçok önemli eseri Türkçeye kazandırdı. Bu süreçte Ankara'da edindiği yeni entelektüel çevre ve ayrıca Anadolu gerçekleriyle yüzleşmesi, onun hümanizm temelli siyasi perspektifini ve duruşunu yeniden şekillendirebilmesini sağladı. 1946 Hasan Ali Yücel'in istifası ile birlikte kendisi de görevlerinden ayrıldı.
1947'de tekrar Fransa'ya gitti. Oradayken, Türkiye'de Zeki Baştımar tarafından organize edilen "Nazım Hikmet'e Özgürlük" kampanyasına destek verdi. Onun şiirlerini ilk kez Fransızcaya çevirerek yayımladı. Bu çabası Avrupalı sol çevrelerin de bu kampanyaya destek vermesini ve Türkiye üzerinde uluslararası siyasi baskı oluşmasını sağladı.
Türkiye döndüğünde yeniden eğitimci ve akademisyen olarak bazı görevler aldı. Çeviri çalışmalarına ağırlık verdi. Ama artık asıl odaklandığı konu, planlı bir kültür emperyalizmi kıskacına sokulduğunu farkettiği Türkiye'de, oryantalist bir anlayışla Avrupa merkezci "yarı sömürge medeniliği" ve Orta Asya odaklı "babar göçebe fetihçiliği" gibi iki seçenekli bir eğitim, kültür ve tarih kurgusu planına karşı üçüncü bir seçeneğin inşasını savunmaktı. "Mavi Anadoluculuk" adı altında benzer fikirler üreten Cevat Şakir Kabaağaçlı ve Azra Erhat gibi isimlerle birlikte bu konuda Anadolu merkezci bir yaklaşımla birçok çalışmaya imza attı. Eski Anadolu uygarlıklarını konu alan belgesel sinema filmileri yaptı. Bu serinin ilk filmi olan "Hitit Güneşi" 1956 yılında Berlin Film Şenliği’nde ikinci oldu ve gümüş ayı ödülünü aldı. Bu, Türkiye'de yapılmış bie sinema filminin aldığı ilk uluslararası ödüldü.[1]
1963'de Vedat Günyol ile birlikte Babeuf'un Fransız Devrimi’ni konu alan “Devrim Yazıları” adlı kitabını çevirdi. Ertesi yıl bu kitap toplatıldı. Her ikisi de bu kitap için 24 Mayıs 1965’te mahkemeye çıkarıldılar. Bir kadar süren bu dava onu biraz daha politik bir çizgiye taşıdı. O tarihten itibaren açık şekilde, sosyalist muhalefete ve TİP'e destek vermeye başladı.
12 Mart darbesinden kısa bir süre sonra, o dönemde CIA Türkiye şube müdürü olan Fuat Doğu'nun ekibi tarafından muhalif sosyalist kesimlere yönelik olarak hazırlanan bir rapor doğrultusunda yürütülen soruşturmaya dahil edildi. Aralarında Harun Karadeniz, Azra Erhat, İdris Küçükömer, Vedat Günyol, Nihat Sargın gibi birçok aydın, akademisyen, sendikacı ve siyasetçi ile birlikte 19 Temmuz 1971 tarihinde tutuklandı. Dört ay tutuklu kaldı. Söz konusu istihbarat raporuna göre bu isimlerin tamamı İngiltere yapılanması üzerinden dolaylı olarak TKP lideri Zeki Baştımar ile iltisaklıydılar ve gizli bir şebeke halinde Komünist devrimin ön aşaması olarak gördükleri "9 Mart Milli Demokratik Devrimi" planı için çalışmışlardı.
Tutuklu aydınlar, üstün hizmetlerinden dolayı ABD ordusundan gümüş yıldız nişanı olan ve o sıralarda İstanbul'da sıkıyönetim komutanı olan meşhur işkenceci Faik Türün'ün yönettiği sorgulara alındılar. Eyuboğlu'na yöneltilen suçlama için öne sürülen en önemli delil, seneler önce Nazım Hikmet'e sağladığı ve aracılık ettiği desteklerdi. Rivayet odur ki bu sorgulardan birinde, "ben komünist değilim, hümanistim” dediğinde "fark etmez ikisi de aynı şey” cevabı almıştı.
Sonuç olarak delil yetersizliğinden tahliye edilmiş olsa da yaşadığı bu alışkın olmadığı süreç kendisini epey hırpalamış ve yıkıma uğratmıştı. Kalp rahatsızlığı vardı. Yaşadıklarını hazmedememişti. Dostları ve yakın çevresi, yeni çeviri projeleriyle üzüntüsünü gidermeye, onu eski yaşamına döndürmeye çalışsalar da başaramadılar. Son belgesel filmi olan "Karagöz'in Dünyası" isimli yapımının İspanya'dan Gümüş Kuğu ödülüyle dönmesi bile kendisine layık görülen o eziyeti unutmasını sağlayamadı. Yeğenlerinden birinin tanıklığına göre, bir gün masa başında sert bir ses tonuyla "beni tutuklatanlardan intikamımı alacağım!" demişti. Ne yapacağını sorduklarında da "Rabelais'nin Gargantua'sını Türkçeye çevireceğim" cevabını vermişti. Dediğini de yaptı. Yakın dostları Vedat Günyol ve Azra Erhat ile ortaklaşa gerçekleştiği bu çalışma onun son çevirisi oldu.[2][3]
Gargantua'nın yayımlanmasına birkaç ay kala, 13 Ocak 1973’de bir kalp krizi sonucu 64 yaşında öldü.
İstanbul Merkezefendi Mezarlığı'ndaki mezar taşında Yunus Emre'nin şu mısraları yazılıdır:
"Biz dünyadan gider olduk/ Kalanlara selam olsun.”
Fikirleri
Bir modern sömürgecilik faaliyeti olan kültür emperyalizminin yerel işbirlikçileri eliyle kurguladığı ve enjekte ettiği tuzak doktrinlere karşı, öze dönüşü savunur. Din veya ırk esaslı bir kimlik dayatmasına karşı ülke odaklı bir külterel kimlik inşasını gerekli görür. Irk, millet veya ümmet kavramlarının yerine halk kavramını, Türk yerine Türkiyeli adlandırmasını benimser. Türkiye'nin siyasi ve kültürel birliğini, bütünlüğünü sağlayacak asli değerlerin, Avrupa kentlerinde, Asya bozkırlarında veya Arap çöllerinde değil, Anadolu'nun kadim bağrında aranması gerektiğini düşünür. Bu fikirlerinde temel aldığı perspektifi ise "Mavive Kara" isimli eserinde şu şekilde özetler:
"Bu memleket niçin bizim? Dört yüz atlıyla Orta Asya’dan gelip fethettiğimiz için mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemiyor, anayurt saymıyorlar bu memleketi. Gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkları yerde. Hititler, Frikyalılar, Yunanlılar, Farslar, Romalılar, Bizanslılar, Moğollar da fethetmişler Anadolu’yu. Ne olmuş sonunda? Anadolu onların değil, onlar Anadolu’nun malı olmuş. Bu memleket bizim olduğu için bizim, fethettiğimiz için değil. [….] Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz malımızdır bizim. Halkımızın tarihi Anadolu’nun tarihidir.”
Eserleri
- Derleme:
- Türk Halk Bilmeceleri (1937)
- Deneme:
- Mavi ve Kara (1966)
- Sanat Üzerine Denemeler (1971)
- İnceleme:
- Fransız Realizmi (1940)
- Avrupa Resminde Gerçeklik Duygusu (1952)
- Montaigne: Hayatı Sanatı Eseri(1962)
- Yunus Emre’ye Selam (1966)
- Yunus Emre (1971)
- Pir Sultan Abdal (1977)
- Belgesel Film
- Anadolu Ormanları (1956)
- Hitit Güneşi (1957)
- Siyah Kalem (1957)
- Karanlıkta Renkler (1957)
- Anadolu’da Roma Mozaikleri (1957)
- Nemrut Dağı Tanrıları (1957)
- Ana Tanrıça (1958)
- Eski Antalya’nın Suları (1958)
- Surname (1959)
- Göreme (1959)
- Karagöz’ün Dünyası (1972)
Kaynakça
- ↑ Reyhan Tutumlu (2014) “Anadolu Hümanizması"nın Yaratılması: Sabahattin Eyuboğlu"
- ↑ Alper Akçam (2018) "Sabahattin Eyüboğlu : Bir Rönesans Ailesi Önderi" s.1-12
- ↑ Songül Saydam (2002) Sabahattin Eyuboğlu" s.21-32